27 Nisan 2015 Pazartesi

KÖÇEKKÖMÜ KÖYÜ

Yozgat Doğa Gezginleri ekibinin haftalık doğa ve kültür etkinliğinin üçüncüsü 25.04.2015 tarihinde Yozgat şehir merkezine 7 km. uzaklıkta bulunan Köçekkömü’ne yapıldı. Köçekkömü yolunda gezi boyunca yokluğunu hissettiğimiz arkadaşlarımızdan biri eksikti. Öğr. Gör. Murat Tural geziden bir gün önce bel tutulması sebebiyle bize eşlik edemedi. Arkadaşımıza acil şifalar dileyip, bir an önce aramızda görmek istediğimizi buradan iletmek isteriz. Grubumuz saat 09:40’ta Esentepe civarında toplandı  ve Sorgun istikametinde yola koyuldu. 20 dakika yürüdükten sonra Esentepe’de bulunan Yurt-kur önüne varıldığı sırada bölümümüz öğretim üyesi Doç. Dr. Yunus ÖZGER evinin balkonunda kahvaltı yaparken ekibimiz tarafından fotoğraflandı. Bizi fark eden hocamız el sallayarak bizi gezimize uğurlamayı da ihmal etmedi. Kısa bir süre sonra da zaten Yozgat’ın Esentepe – Cankurtaran mevkiine ulaşıldı. Yozgat’a gelenler bilirler ana yolun geçtiği en yüksek bölge olduğu için rakım tabelası konulmuştur. Bu tabelanın önünde tabi ki ekibimizi fotoğraflamayı ihmal etmedik. Gezilerimiz bir amacı da şehrin gürültü ve kasvetli havasından uzaklaşmaktı. Ancak Muslubelen mevkiine gelene kadar evlerden dolayı anayol kenarından ayrılamamıştık. Bu sebeple de şehrin gürültü ve tozundan uzaklaşamamıştık. Muslubalen’e gelir gelmez yoldan hemen uzaklaşıp, kah inen, kah çıkan cılga da denilen patika yollardan aşağıya doğru salındık.
40 – 45 dakikalık sıcak muhabbet eşliğindeki yürüyüşten sonra Köçekkömü Köyü girişinin hemen karşısında bulunan mesire yerine varılmış ve burada rutin dinlenme ve kahvaltı molasına geçildi. Dinlenme dedik, ancak biz hiç yorulmamıştık. Bu durum her birimizin ne oluyor, daha yürüdüğümüzü bile hissetmedik konuşmaları ile ortaya çıktı. Ancak sorun değildi biz planımızı yapmıştık önceki yürüyüşlerimizden az mesafe olmayacaktı. Burada her zaman olduğu gibi semaver ustası Yrd. Doç. Dr. Qiyas ŞÜKÜROV çay demleme işine başladı. Bu sırada ana yoldan bir korna sesi duyduk, baktığımızda sabah bize belkondan el sallayan Doç.Dr. Yunus Özger, oğlu Fatih ile birlikte bu zorlu yolculuk öncesinde gruba moral desteği vermek amacıyla kısa bir ziyarette bulunmak istemişler. Onları geldiği sırada artık kahvaltımız hazırdı. Hocamızın kayınvalidesi onu seviyormuş. Uzunca bir kahvaltı ve bir o kadar daha uzunca muhabbetten sonra gezimizin asıl amacı Köçekkömü Köyünü tanıma zamanı gelmişti.
Kahvaltı sonrasında grup, Köçekkömü’ne doğru Sayın Özger’in arabasının eşliğinde harekete geçti. Köye yaklaştığımızda bizi ilk olarak yolun solunda bir Cem evi karşıladı. Yeni ve özenle yapılmış bina daha yanına yaklaşmadan farklı mimarisi ile kendisini fark ettiriyor. Sonradan köy muhtarının teklifi ile kilitli kapısı açıldı ve içini de görme şansınıo yakaladık. Cem evinin içi de dışı gibi özenle yapılmış. Modern bütün ihtiyaçlara karşılık verecek şekilde ve kendine has uslup ve mimarisiyle hoş bir mekandı. Biz gezimize devam edelim tabiî ki. Cem evinden yaklaşık 200 m. Sonra köy atalarının mezarlığı ve mezarlıkta yıllar önce toprakla buluşmuş fidanların kokusu, tabiî ki artık neredeyse yaşlı ağaç olmuşlar. Mezarlık yolu üzerinde eski yıllarda insanlar için büyük önem taşıyan bir değirmen şinavatının içerisinde iki tane büyük yuvarlak teker görünümünde buğday ezme taşı gördük. Yani eskinin un fabrikası değirmen taşları. Taşlar hala kullanılabilecek kadar düzgün ve diri duruyorlar. Köye yaklaştık artık köy girişinde yeni olduğu fark edilen bir çeşme, çeşmenin arkasında bakımlı bir ev ve evden hemen sonra bir köprü, köprüden sonra zaten köyün evleri yan yana yoğunlaşıyor, köy başlıyor. Şöyle bakınca Köçekkömü’nde ziyaretçiyi önce cem evi, değirmen taşı, mezarlık, çeşme köy girişini bekleyen iki katlı ev bekçi misali (sonradan öğrendik ki burası muhtarın evi imiş) köprüden başka köyün girişi yok zaten. Muhtarın onayı olmadan köye giremeyecekmişsiniz gibi hissediyorsunuz sonra. İlk karşılaştığımız kişioğlu da köyün muhtarı Adıgüzel bey oldu. Muhtar bulunur da muhabbetsiz olur mu, önce Prof. Dr. Taha Niyazi KARACA ile Adıgüzel bey arasında başlıyor koyu muhabbet, sonra sırada bütün gezi ekibi var tabiî ki. Genel itibariyle burada köy muhtarından yerleşim yeri ile ilgili çeşitli tarihsel ve kültürel bilgiler aldık. Buna göre Köçekkömü Köyü 18. yüzyılın sonlarında (1780) Malatya’nın Arapkir ilçesinden, bir kan davasının yıkımından kendilerini korumak amacıyla ayrılan ve en nihayetinde Çapanoğulları’nın egemenliğindeki Bozok eyaletine sığınan iki (başka rivayete göre dört) kardeşin öyküsüyle ortaya çıkmış ve bugünlere kadar gelmiş. Köyün en dikkat çeken özelliği Türk – Alevi kültürünü üzerinde taşımasıdır. 20. yüzyılda köy topraklarının gelişen nüfusa cevap veremeyişi, toprak ve su kavgalarının köylüler arasında artmaya başlamasıyla beraber birçok köylü dışarıda gelişen iş imkanlarını tercih edip köyden Yozgat’a ve Ankara’ya göç etmişler. 1960’lı yıllarda başlayan Avrupa’nın işçi talepleriyle birlikte köyün genç ve dinamik nüfusunun büyük çoğunluğu yurtdışına yönelik işçi göçüne katılmış. Köyün günümüz nüfusu ise 100 kişi geçmiyormuş, hatta kışları ancak 10-15 aile ancak oluyormuş köyde. Fakat yazın Köçekkömü köylü gurbetçilerin akınına uğruyormuş köy, şenlikler, cemler yaz aylarında oluyormuş.
Grubumuz köyün mezarlığında bulunan tarihi mezarları, Cemevini ziyaret ettikten sonra yola koyulma planları yaptığı sırada muhtarın şelalemizi de görün teklifini geri çeviremiyor, plan dışı olmasına rağmen. Köyün batısından dere boyu yukarıya çıkıp Yozgatın Kuzey doğusundan şehir merkezine ulaşmayı planlarken, muhtarın tavsiyesi ile köyün doğusundan hareketle, köyün kuzeyindeki tepenin eteğinden dolaşmayı tercih ediyoruz. Köçekkömü şelalesine geldiğimizde, şelalenin suyunun az olduğunu, ancak çok ilginç bir çeşme ile karşılaştığımızı görüyoruz ve artık yolda bitiyor bizi zorlu, rampa, patika yolsuz, kayalık dik bir yamaç yolculuğunun beklediğini de hemen fark ediyoruz. Büyükçe bir kayanın en alt kısmında küçük bir çeşmeden su içip kısa bir dinlenmeden sonra 15:30 / 16:00 civarında dönüş yolumuza çıkıyoruz.
Yön bulma aletlerinin yardımı ile uzunca ve zorlayıcı bir yürüyüşten sonra ikinci mola yeri bizim için iyi bir kurtarıcı. Semaver, köz altına gömülmüş, patates, soğan, patlıcan hazırlığı, muhabbet, akşam yemeğinin ardından hava kararmadan şehir merkezine ulaşmak amacıyla hızlı ve güçlü adımlarla yolumuza devam ettik. Planımızın dışına çıkma konusunun zorluğunu da bu gezimizde yaşadık, çok fazla dik yokuş çıkma ve çok fazla dik iniş yapma sonucu diz kapaklarımızın zorlandığını hissettik. Anladık ki bundan sonra acele ediyor olsak bile yürüyüşler dağ eteklerinden oldukça aşağıya da yukarıya da olsa az olmalı.  Yaklaşık iki  saat daha yorucu bir yürüyüşte bulunan ekibimiz bu süre zarfında Yozgat – Esentepe mevkiinin arka eteklerinde yer alan bir arı çiftliğine denk geldi. Yıllardır Yozgat’ta yaşamamıza rağmen bu kadar büyük ve profesyonal bir arı çiftliğinin olduğunu bilmiyorduk. Merakımızı gidermek için adının Mehmet bey olduğunu öğrendiğimiz Ordu’lu çiftçi ile koyu bir muhabbete başladık. 15 yıldır arıcıkla uğraşan Mehmet bey, Yozgat ikliminin kaliteli bal üretimi için çok uygun bir yer olduğunu söylüyor. Uzun yıllardır burada arıcılıkla meşgulmüş kendisi. Arı ırkı olarak Kafkas melezi (kırması) cinsini tavsiye ediyor Yozgat için. İşini seven birisi olduğu, arıcılıktan bahsederken yüzünün ifadesinden hemen anlaşılıyor. Hoş sohbet güler yüzlü bir çiftçi. Bizlere arıcılık, bal kalitesi, sahte ve kaliteli bal konusunda dtaylı bilgi verdi. Mehmet bay ile vedalaştık sonra artık yavaş yavaş hava kararmıştı. Bizde kısa bir yürüyüşten sonra başladığımız yere en nihayetinde  saat 20:00 civarında vardık. Gün boyunca toplam yürüyüşümüzün uzunluğu 19 kilometreyi bulmuştu. Bu yürüyüşümüz ile Yozgat’ın kuzey bölgesini yürüyüş mesafesi olarak tamamladık. Bir daha ki yürüyüşümüzle birlikte artık Yozgat’ın doğu ve güney bölgesine başlayacak olmanın heyecanını yaşıyoruz.































20 Nisan 2015 Pazartesi

GELİNKAYASI’NIN SIRRI

Doğa Gezginleri Grubumuzun ikinci seferi, 17.04.2015’te Cehrilik-Gelinkayası namıyla meşhur bölgeye düzenlendi. Burası Yozgat’ın turizm açısından dikkati calip yerlerinden biridir. Nohutlu tepesinin kuzeybatısında bulunmaktadır. Bölgeyi gezmek isteyen doğa düşkünü meraklı gezgin, şehir merkezinden hareketle Büyük Cami, İstiklâl Lisesi, Sevgi evleri, Et ve Süt Kurumu rotasını takip ederek, Musabeyli-Boğazkale-Hattuşaş yolundan, su deposunun altından sağa kıvrılmalı ve karşılaştığı ilk tepeyi aşmalıdır. Tepenin karşı eteği hemen sağ tarafta iki tepe arasın yayılmış bir vadi, işte burası Cehrilik ismiyle meşhur olan gezi bölgemizdir.
Cehrilik, yılın her mevsiminde ziyaret edilebilir, ama bölgeye meraklı gezgin ziyaret döneminin doğa ve iklim koşullarını da göz önünde bulundurmalıdır. Her ne kadar bir vadi gibi gözükse de rakımı 1400 metrenin üstünde bir bölge bahse konudur. Bitki örtüsünün en fakir olduğu mevsimde bile burada görmeye, keşfetmeye layık birçok gizem vardır. Cehriliği ünlü kılan en temel doğa harikası laleleridir. Nisan sonu Mayıs başlarında burası tam anlamıyla bir lalezardır, lalelerin yurdudur. Belki birçoğumuz bilmiyoruz, vakti zamanında Yozgat’ta yetiştirilen ve yurtdışına ihraç edilen Cehri lalelerinin meskeni, vatanı işte burasıdır. Bu kadar önemli doğa bitkisi, onun üretim şekli ve yetiştirildiği yer ne var ki günümüzde unutulmaya yüz tutmuştur.

İki tepe ortasındaki vadinin hemen ortasında, kıvrılarak akan iki küçük nehrin kesişme noktasında Gelikayası ismiyle bilinen bölge yerleşir. Burası küçük yükseltiler şeklinde dizilen 3-5 metre yüksekliğinde kaya parçalarından oluşur. Gelinkayası’nın özgün bir hikayesi vardır. Rivayet oldur ki, Yozgat çevresindeki köylerden birinde güzeller güzeli bir kız yaşarmış. Bu kızın genç bir delikanlımız âşığı varmış. Onların aşkı dillere destanmış. Ama derler ki, kızın da kötü kalplı zengin ve zalim bir taliplisi varmış. Bu şahıs kızla zorla evlenme isteğinde bulunur. Kız ve ailesi ise buna karşı çıkar. Âşıkları buluşturmak için düğün hazırlıklarına başlarlar. Düğün başlar, düğün alayını yola çıkar. Bunu duyan kötü kalpli adam çete kurar, düğün alayının peşine düşer ve bugünkü Cehrilik denilen mevkide düğün alayının önünü keser. Düğün alayının erkekleri öldürülür, gelin ve damat yakalanmak üzeredir. İşte o acılı anda gelin ellerini kaldırıp Allah’a dua eder, “Allahım, bizi bu eşkıyalara teslim etme. Ya taş et, ya kuş et!”  Rivayete göre, gelin düğün alayına katılan kişiler develeriyle birlikte taşa, kaya parçalarına dönüşürler, gözlerinden akan yaşlar ise Cehriliiğe dökülür, kırmızı-sarı lalelere dönüşür. Güvey ise beyaz bir güvercin olup göklere uçar ve efsaneye göre her yıl Mayıs ayında Cehriliğe gelir ve gelini, düğün alayını ziyaret eder. Bir de derler ki Yozgat’ın avcıları muhtemelen bunun içindir ki Cehrilik’teki güvercinlere asla kurşun atmazlarmış. Gelinkayası’nın hikayesi, sırrı işte bu mealdedir. Yozgat’ta yaşayıp da gezmedim, görmedim, bilmiyorum, demeyelim. Gezilesi, görülesi yerler arasındadır.