Yozgat Doğa Gezginleri ekibinin haftalık doğa ve kültür etkinliğinin
üçüncüsü 25.04.2015 tarihinde Yozgat şehir merkezine 7 km. uzaklıkta bulunan
Köçekkömü’ne yapıldı. Köçekkömü yolunda gezi boyunca yokluğunu hissettiğimiz
arkadaşlarımızdan biri eksikti. Öğr. Gör. Murat Tural geziden bir gün önce bel
tutulması sebebiyle bize eşlik edemedi. Arkadaşımıza acil şifalar dileyip, bir
an önce aramızda görmek istediğimizi buradan iletmek isteriz. Grubumuz saat
09:40’ta Esentepe civarında toplandı ve
Sorgun istikametinde yola koyuldu. 20 dakika yürüdükten sonra Esentepe’de
bulunan Yurt-kur önüne varıldığı sırada bölümümüz öğretim üyesi Doç. Dr. Yunus
ÖZGER evinin balkonunda kahvaltı yaparken ekibimiz tarafından fotoğraflandı.
Bizi fark eden hocamız el sallayarak bizi gezimize uğurlamayı da ihmal etmedi.
Kısa bir süre sonra da zaten Yozgat’ın Esentepe – Cankurtaran mevkiine
ulaşıldı. Yozgat’a gelenler bilirler ana yolun geçtiği en yüksek bölge olduğu
için rakım tabelası konulmuştur. Bu tabelanın önünde tabi ki ekibimizi
fotoğraflamayı ihmal etmedik. Gezilerimiz bir amacı da şehrin gürültü ve
kasvetli havasından uzaklaşmaktı. Ancak Muslubelen mevkiine gelene kadar
evlerden dolayı anayol kenarından ayrılamamıştık. Bu sebeple de şehrin gürültü
ve tozundan uzaklaşamamıştık. Muslubalen’e gelir gelmez yoldan hemen uzaklaşıp,
kah inen, kah çıkan cılga da denilen patika yollardan aşağıya doğru salındık.
40 – 45 dakikalık sıcak muhabbet eşliğindeki yürüyüşten sonra Köçekkömü
Köyü girişinin hemen karşısında bulunan mesire yerine varılmış ve burada rutin
dinlenme ve kahvaltı molasına geçildi. Dinlenme dedik, ancak biz hiç
yorulmamıştık. Bu durum her birimizin ne oluyor, daha yürüdüğümüzü bile
hissetmedik konuşmaları ile ortaya çıktı. Ancak sorun değildi biz planımızı
yapmıştık önceki yürüyüşlerimizden az mesafe olmayacaktı. Burada her zaman
olduğu gibi semaver ustası Yrd. Doç. Dr. Qiyas ŞÜKÜROV çay demleme işine
başladı. Bu sırada ana yoldan bir korna sesi duyduk, baktığımızda sabah bize
belkondan el sallayan Doç.Dr. Yunus Özger, oğlu Fatih ile birlikte bu zorlu
yolculuk öncesinde gruba moral desteği vermek amacıyla kısa bir ziyarette
bulunmak istemişler. Onları geldiği sırada artık kahvaltımız hazırdı. Hocamızın
kayınvalidesi onu seviyormuş. Uzunca bir kahvaltı ve bir o kadar daha uzunca
muhabbetten sonra gezimizin asıl amacı Köçekkömü Köyünü tanıma zamanı gelmişti.
Kahvaltı sonrasında grup, Köçekkömü’ne doğru Sayın Özger’in arabasının
eşliğinde harekete geçti. Köye yaklaştığımızda bizi ilk olarak yolun solunda
bir Cem evi karşıladı. Yeni ve özenle yapılmış bina daha yanına yaklaşmadan
farklı mimarisi ile kendisini fark ettiriyor. Sonradan köy muhtarının teklifi
ile kilitli kapısı açıldı ve içini de görme şansınıo yakaladık. Cem evinin içi
de dışı gibi özenle yapılmış. Modern bütün ihtiyaçlara karşılık verecek şekilde
ve kendine has uslup ve mimarisiyle hoş bir mekandı. Biz gezimize devam edelim
tabiî ki. Cem evinden yaklaşık 200
m. Sonra köy atalarının mezarlığı ve mezarlıkta yıllar
önce toprakla buluşmuş fidanların kokusu, tabiî ki artık neredeyse yaşlı ağaç
olmuşlar. Mezarlık yolu üzerinde eski yıllarda insanlar için büyük önem taşıyan
bir değirmen şinavatının içerisinde iki tane büyük yuvarlak teker görünümünde
buğday ezme taşı gördük. Yani eskinin un fabrikası değirmen taşları. Taşlar
hala kullanılabilecek kadar düzgün ve diri duruyorlar. Köye yaklaştık artık köy
girişinde yeni olduğu fark edilen bir çeşme, çeşmenin arkasında bakımlı bir ev
ve evden hemen sonra bir köprü, köprüden sonra zaten köyün evleri yan yana
yoğunlaşıyor, köy başlıyor. Şöyle bakınca Köçekkömü’nde ziyaretçiyi önce cem
evi, değirmen taşı, mezarlık, çeşme köy girişini bekleyen iki katlı ev bekçi
misali (sonradan öğrendik ki burası muhtarın evi imiş) köprüden başka köyün
girişi yok zaten. Muhtarın onayı olmadan köye giremeyecekmişsiniz gibi
hissediyorsunuz sonra. İlk karşılaştığımız kişioğlu da köyün muhtarı Adıgüzel
bey oldu. Muhtar bulunur da muhabbetsiz olur mu, önce Prof. Dr. Taha Niyazi
KARACA ile Adıgüzel bey arasında başlıyor koyu muhabbet, sonra sırada bütün
gezi ekibi var tabiî ki. Genel itibariyle burada köy muhtarından yerleşim yeri
ile ilgili çeşitli tarihsel ve kültürel bilgiler aldık. Buna göre Köçekkömü
Köyü 18. yüzyılın sonlarında (1780) Malatya’nın Arapkir ilçesinden, bir kan
davasının yıkımından kendilerini korumak amacıyla ayrılan ve en nihayetinde
Çapanoğulları’nın egemenliğindeki Bozok eyaletine sığınan iki (başka rivayete
göre dört) kardeşin öyküsüyle ortaya çıkmış ve bugünlere kadar gelmiş. Köyün en
dikkat çeken özelliği Türk – Alevi kültürünü üzerinde taşımasıdır. 20. yüzyılda
köy topraklarının gelişen nüfusa cevap veremeyişi, toprak ve su kavgalarının
köylüler arasında artmaya başlamasıyla beraber birçok köylü dışarıda gelişen iş
imkanlarını tercih edip köyden Yozgat’a ve Ankara’ya göç etmişler. 1960’lı
yıllarda başlayan Avrupa’nın işçi talepleriyle birlikte köyün genç ve dinamik
nüfusunun büyük çoğunluğu yurtdışına yönelik işçi göçüne katılmış. Köyün
günümüz nüfusu ise 100 kişi geçmiyormuş, hatta kışları ancak 10-15 aile ancak
oluyormuş köyde. Fakat yazın Köçekkömü köylü gurbetçilerin akınına uğruyormuş
köy, şenlikler, cemler yaz aylarında oluyormuş.
Grubumuz köyün mezarlığında bulunan tarihi mezarları, Cemevini ziyaret
ettikten sonra yola koyulma planları yaptığı sırada muhtarın şelalemizi de
görün teklifini geri çeviremiyor, plan dışı olmasına rağmen. Köyün batısından
dere boyu yukarıya çıkıp Yozgatın Kuzey doğusundan şehir merkezine ulaşmayı
planlarken, muhtarın tavsiyesi ile köyün doğusundan hareketle, köyün kuzeyindeki
tepenin eteğinden dolaşmayı tercih ediyoruz. Köçekkömü şelalesine geldiğimizde,
şelalenin suyunun az olduğunu, ancak çok ilginç bir çeşme ile karşılaştığımızı
görüyoruz ve artık yolda bitiyor bizi zorlu, rampa, patika yolsuz, kayalık dik
bir yamaç yolculuğunun beklediğini de hemen fark ediyoruz. Büyükçe bir kayanın
en alt kısmında küçük bir çeşmeden su içip kısa bir dinlenmeden sonra 15:30 /
16:00 civarında dönüş yolumuza çıkıyoruz.
Yön bulma aletlerinin yardımı ile uzunca ve zorlayıcı bir yürüyüşten sonra
ikinci mola yeri bizim için iyi bir kurtarıcı. Semaver, köz altına gömülmüş,
patates, soğan, patlıcan hazırlığı, muhabbet, akşam yemeğinin ardından hava
kararmadan şehir merkezine ulaşmak amacıyla hızlı ve güçlü adımlarla yolumuza
devam ettik. Planımızın dışına çıkma konusunun zorluğunu da bu gezimizde
yaşadık, çok fazla dik yokuş çıkma ve çok fazla dik iniş yapma sonucu diz
kapaklarımızın zorlandığını hissettik. Anladık ki bundan sonra acele ediyor
olsak bile yürüyüşler dağ eteklerinden oldukça aşağıya da yukarıya da olsa az
olmalı. Yaklaşık iki saat daha yorucu bir yürüyüşte bulunan
ekibimiz bu süre zarfında Yozgat – Esentepe mevkiinin arka eteklerinde yer alan
bir arı çiftliğine denk geldi. Yıllardır Yozgat’ta yaşamamıza rağmen bu kadar
büyük ve profesyonal bir arı çiftliğinin olduğunu bilmiyorduk. Merakımızı
gidermek için adının Mehmet bey olduğunu öğrendiğimiz Ordu’lu çiftçi ile koyu
bir muhabbete başladık. 15 yıldır arıcıkla uğraşan Mehmet bey, Yozgat ikliminin
kaliteli bal üretimi için çok uygun bir yer olduğunu söylüyor. Uzun yıllardır
burada arıcılıkla meşgulmüş kendisi. Arı ırkı olarak Kafkas melezi (kırması)
cinsini tavsiye ediyor Yozgat için. İşini seven birisi olduğu, arıcılıktan
bahsederken yüzünün ifadesinden hemen anlaşılıyor. Hoş sohbet güler yüzlü bir
çiftçi. Bizlere arıcılık, bal kalitesi, sahte ve kaliteli bal konusunda dtaylı
bilgi verdi. Mehmet bay ile vedalaştık sonra artık yavaş yavaş hava kararmıştı.
Bizde kısa bir yürüyüşten sonra başladığımız yere en nihayetinde saat 20:00 civarında vardık. Gün boyunca toplam yürüyüşümüzün uzunluğu 19 kilometreyi bulmuştu. Bu yürüyüşümüz
ile Yozgat’ın kuzey bölgesini yürüyüş mesafesi olarak tamamladık. Bir daha ki
yürüyüşümüzle birlikte artık Yozgat’ın doğu ve güney bölgesine başlayacak
olmanın heyecanını yaşıyoruz.




Hiç yorum yok:
Yorum Gönder